Türkiye’nin Yarınını Anlamak Adına İtalya’yı Tanımak

Akdeniz’in Kuzey Çanağı’nda yer alan Türkiye ve İtalya birçok benzer özellikleri bünyelerinde barındırıyor. İki ülkenin de dünü ve bugünü ortak noktalar ve buna karşılık ilginç zıtlıklar içeriyor. Türkiye’nin geleceğini anlamak açısından, İtalya’nın bugününü anlamak kanımca önemlidir. Her iki ülke de bir zamanlar Akdeniz’i tümüyle kontrol altına almış olan imparatorlukların varisçisi. Bugün İtalya’ nın başkenti olan Roma, Roma İmparatorluğu’ nun başkentliğini yapmış bir şehir. Günümüzde ise sanayi ve ticaret merkezi olma özelliğini, Kuzey şehri Milano’ ya kaptırmış durumda. Roma İmparatorluğu’nun, Doğu Roma’nın, Latin İmparatorluğu’nun ve bazı tarihçiler tarafından III. Roma diye adlandırılan Osmanlı İmparatorluğu’nun başkentliğini yaparak, tarihte 4 imparatorluk başkentliği yapmış tek şehir olma özelliğine sahip İstanbul ise, bugün Türkiye’nin başkenti değil ama, ülkede ticaretin ve sanayinin kalbinin attığı şehir.
İtalya, Roma İmparatorluğu’nun yıkılışından sonra, ülke birliğini ikinci kez ancak 19. yüzyılın ikinci yarısında tamamlayabilmiş bir ülke. Dolayısıyla sanayi devrimi ülkede etkisini ancak 20. yüzyıllın başlarında gösteriyor. Bir önceki yüzyılın sonunda ve 20. yüzyılın başlarında ülkeden, Kuzey ve Güney Amerika’ya, ülke içindeki ekonomik olanaksızlıklardan ötürü önemli ölçüde göç oluyor. O dönemde göç eden İtalyan sayısı 25 milyonu geçiyor. Buna karşılık Türkiye’den, özelikle Batı’ya olan göç neredeyse 100 yıl sonra 1960’lı ve 70’li yıllara dayanıyor ve birkaç milyon ile sınırlı kalıyor. Göçmen İtalyanlar, yurtdışında kazandıkları paraların bir bölümünü anavatanlarına göndererek, ülkenin gereksinim duyduğu sermaye birikiminin gelişmesine katkıda bulunuyorlar. Yurtdışındaki Türk işçileri de ülkelerine benzer katkıları daha küçük ölçekte olmak ile birlikte onlarca yıl sonra gerçekleştiriyorlar.
Sanayileşme İtalya’da, Türkiye’den 50 yıldan fazla bir zaman önce başlıyor. Genç cumhuriyetin, Osmanlı’dan, sanayi adına bir şey devredildiğini söylemek mümkün değil. 20. yüzyılın başında tüm Osmanlı’da o zaman ki adıyla “amele” yani işçi olarak 5-10 bin kişiden söz edilebilirken, Almanya’da yalnızca Krupp İşletmelerinde çalışan işçi sayısı 50 bini geçiyor. O tarihlerde ise İtalyan sanayisi yeşermeye başlıyor. Bugün dünya markaları olan Fiat, Bugatti, Ferrari, Alfa Romeo gibi otomotiv markalarının temelleri o yıllarda atılıyor. Ülkede yaşı 100’leri bulan birçok işletme bugün faaliyetlerini sürdürüyor. Cumhuriyetin ilk yıllarında devlet eliyle kalkınmaya çalışan Türkiye’de ise yaşı 50-60 yılı geçen hatta bulan özel sektör sanayi işletmesi sayısı ne yazık ki çok az. Buna bağlı olarak sermaye birikimi de istenilen seviyelere ulaşamıyor.
İtalya hammadde ve doğal kaynaklar açısından zengin bir ülke değil. Milli birliğini geç tamamladığı için sömürgeler oluşturamamış. Bu yönden de bize benzemekte. Dolayısıyla ülke zenginleşmesini sanayileşme ve daha sonra ise tarihi, kültürü ve doğal olanakları sayesinde turizm ile ilişkilendirmiş. Türkiye’nin de doğal kaynakları zengin değil. Petrol, doğalgaz gibi önemli yer altı kaynakları en azından şimdilik ciddi oranda ülkede keşfedilememiş. Buna karşılık ülke sanayisini hızla büyütme yolunda ve turizm gelirlerini ciddi biçimde artırmaya çalışıyor. İtalya’nın sanayisinin gelişmesinde, zengin ülkeleri tekstil ve tarım ürünleri konusunda besleyen bir ekonomi oluşturma strateji yatmakta. Buna paralel olarak ve daha sonraları ise ülke plastik-kimya, beyaz eşya, otomotiv, demir-çelik ve özellikle makine sektörlerinde, dünyada ciddi bir ekonomik oyuncu haline gelmiş.
Sanayisi’ndeki büyük atılımı otomotiv, makine sanayi, tekstil, tarım-gıda gibi alanlarda gerçekleştiren İtalya’nın, adeta birkaç on yıl geriden gelen bir örneği Türkiye. Bugün, Türkiye bu alanlarda hızla büyüyor ve İtalyan sanayisini, Uzakdoğu ülkeleri ile birlikte sıkıştırıyor. Türkiye’nin ve Uzakdoğu’nun görece olarak ucuz işgücü ile rekabet etmekte zorlanan İtalyan sanayisi, gitgide küçülüyor, işletmeler kapanıyor ve ülkede işsizlik oranları hızla artıyor. Fiat’ın merkezi Torino’da üretim azalırken, tasarım ve Ar-Ge dahil, Bursa’daki fabrikaya yapılan yatırımlar artıyor. Bugün İtalyan’ın bayrak taşıyan Havayolları Alitalia verimsiz yönetim modeliyle can çekişirken, bizim bayrak taşıyan havayolu şirketimiz THY büyüme rekorları kırıyor; bunu yaparken ise kalitesini günden güne artıyor.
İtalya yaşlı bir ülke, nüfusunun %20’den fazlası 65 yaşın üstünde, buna karşılık Türkiye’nin genç ve dinamik bir nüfusu var. Nüfusun yarıdan fazlasının yaşı 30 yaşın altında. Bu durum, ekonomiye ve sosyal yaşama müthiş bir dinamizm getiriyor. İtalya yaşlanırken, Türkiye gençliğini koruyor, İtalya ekonomisi küçülürken, Türkiye geçtiğimiz yılı göz önüne almazsak istenilen seviyelerde olmasa da büyüyor. Türkiye’nin satınalma gücü paritesine göre ekonomik büyüklüğü 2009 yılında 863 milyar $ olarak gerçekleşirken, İtalya’nın ki ise 1,76 trilyon $’a ulaşıyor. Bu ekonomik büyüklük, Türkiye’ninkinin iki katından fazla. İhracatımız 2009 yılında bir önceki yıla göre %22 küçülerek 102 milyar $ olmuşken, İtalya’nın ki ise bir önceki yıla göre %30′ dan fazla küçülerek 369 milyar $’ a geriliyor. Ekonomik büyüklükleri birbirinden çok farklı olan iki ülkenin ekonomileri de benzer bir biçimde, geçtiğimiz yıl %5’ler seviyesinde küçülüyor. Ancak en çarpıcı değişim oranları iki ülkenin sanayilerindeki küçülmelerde göze çarpıyor. Türkiye’nin sanayisi 2009 yılında.%11, 8 küçülerek Dünya’da sanayisi en yüksek oranda küçülen 20. ekonomi olurken, İtalyan sanayisi %12 küçülerek bu alanda 19. oluyor. İki ülkenin sanayilerinin ne kadar benzediğinin bariz bir örneği bu değişim oranı.
Politik olarak İtalya 1948 anayasasının kabul edildiği dönemden beri hep istikrarsız bir ülke olmuş. Ülke, 50’den fazla koalisyon hükümeti tarafından idare edilmiş. Günümüzde, bırakın iktidarı, alternatifi olan muhalefet bile koalisyon. Ama istikrarsız politik yapı ülke işadamını yıldırmamış. Firmalar üretmeye, ihracat yapmaya devam etmiş. Bu süreçte özel sektör dünya markaları yaratmış. Buna karşılık biz görece olarak daha istikrarlı yönetimlere sahip olmuşuz ama buna rağmen arzu edilen atılımları gerçekleştirememişiz. Bugün Türkiye Dünya’nın en büyük 17. ekonomisi. Biz istesek de istemesek de, kötü yönetilsek de yönetilmesek de, bu ülke dünyanın en büyük 10 ekonomisinden biri olacak. Bölgede hatta Dünya’da ekonomik büyüklüğünün çok ötesinde sözü geçen bir ülke haline gelecek.
Ülkeyi yönetenlerin başarısı bu sürecin gerçekleşmesinin hızını tayin edecektir yalnızca. Ülkenin sahip olduğu tarihsel miras, ülke insanın azmi, çalışkanlığı ve girişimci ruhu bunun başka türlü olmasına olanak vermeyecektir zaten. Ama bunlar olurken belki de bizi yönetenlerin dikkat etmesi gereken en önemli olgu İtalya’nın geçmişte ve bugün yaşadıklarıdır. Bizim önümüzde yer alan İtalya’ dan bugün için en önemli farkımız sanayileşme koşusuna 50 yıl sonra başlamamızdır. Tabii ki aradaki farkı kapatmak kolay değil. Ancak önemli olan İtalya’nın bugün bulunduğu bu noktaya gelmek değil, o noktada uzun yıllar bulunabilmektedir. Dünün, Dünya’nın en büyük 5. Sanayileşmiş ülkesi olan İtalya hızla bu unvanını kaybetmekte. Global firmalarının çoğu darboğaza girmiş durumda, yaşlı nüfusu ise ülke dinamizmini yok ediyor. Eninde sonunda bizim nüfusumuz da altın çağını kaybedecek ve ülke nüfus artışı durup, nüfus yaşlanmaya başlayacak. İtalya ile benzer özellikler gösteren sanayi dallarımız, yurtdışında sanayileşen diğer ülkelerin ucuz işgücü baskısını hissedecek. Dolayısıyla ülke dinamikken, önümüzde İtalya gibi böyle de bir örnek varken, geleceğe ilişkin ekonomik stratejilerimizi doğru belirlememiz gerekiyor. Yalnızca tarihsel mirasla, girişimci ruhla ve bugünün başarıları ile müreffeh yarınları inşa etmek ne yazık ki mümkün olmuyor. 50 yıl geriden geldiğimiz bu koşuda, finişi erken göğüslemek muharebeyi kazandırıyor, savaşı değil.

Burak PEHLİVAN