Anadolu İnsanı


Geçtiğimi hafta iki şeyi özlediğimi fark ettim biri Anadolu insanı, diğeri ise yazı yazmak. Yazı yazmayı gerçekleştirmek çok kolay ama ne yazık ki Anadolu insanını her yerde ve her zaman bulmak mümkün değil. Pazar günü referandumda oy kullanmak için Türkiye’ye gittiğimde, çoktandır Anadolu’da geçip halletmem gereken bazı işleri yapmak için Türkiye’ de bulunmamı fırsat olarak değerlendirdim ve iki günlük bir Anadolu seyahati yaptım. Bu seyahatte bazı şehirlerinde bulunduğum İç Anadolu, bana göre Anadolu insanının insanlığının yaşandığı en önemli bölgelerimizden biri.Bölge Selçuklu’ dan beri, Osmanlı, hatta cumhuriyet döneminde bile devlet yatırımlarının kadük kaldığı, refahın çok gelişmediği bir yer. Buna rağmen bölge insanının, başkaldırdığı, isyan ettiği hatta serzenişte bulunduğu pek görülmemiştir.

Anadolu’ da yaşadığım anekdotlar bana her zaman keyif vermiştir. Bu sefer de öyle oldu. Seyahatimde, benzin almak için durduğum benzin istasyonunda değil depoyu doldurmak, ufak bir miktar benzin almama rağmen, tezgahtar arabamı ücretsiz yıkamak istediklerini söyledi. Zamanım olmadığı için kendisine teşekkür ettim. Tam kapıdan çıkıyordum ki, bu tekliften habersiz başka bir personel bana ücretsiz yıkamayı hatırlattı, üçüncü teklifi ise güleryüzlü pompacı yaptı. Halbuki Kiev’ de böyle mi? Daha geldiğim gün, depoyu tam doldurduğum benzin istasyonunda tezgahtar, ilgilendiği başka bir müşteri olmadığı halde, İstanbul Erkek Lisesi’nde coğrafya dersinde sözlüye kalkmış gibi hissettirdi yeniden. Sanki ben sanık, o ise sorgu savcısı, lütfederek para mı aldı ve pompacıya benzin koyma talimatı verdi.

Biz Türkler büyük bir millet olmak ile övünürüz. Üzerindeki yıldızlardan her biri tarihteki 16 Türk devletinden birini temsil eden Cumhurbaşkanlığı Forsunu İstanbul’ u fethedip çağ açıp, çağ kapayan bir padişah olan Fatih Sultan Mehmet’ i, büyük mimar Mimar Sinan’ ı, 3 kıtaya hükmeden ve 600 yıldan fazla hüküm süren Osmanlı’nın atalarımız olmasını, 4 farklı imparatorluğa başkentlik yapmış İstanbul’ a sahip olmayı, cesaretimizi ve daha birçok kişilik ve kavramı övünç kaynağı olarak görürüz. Bunlar doğrudur tabii ama belki de hiçbiri bizi diğer milletlerden üstün kılmaz. Bizi üstün kılan eğer varsa bir değer, ait olduğumuz ırk ya da sahip olduğumuz tarih değildir. Bu tarihi yazan ve bu büyük insanların çıkabildiği kültürel ve sosyal atmosfere sahip olabilmektir. Anadolu insanının sıcaklığı, dürüstlüğü, yardımseverliği, cefa çekme kabiliyeti ama buna karşılık vefası, dayanışma ruhu ve teşkilatçılığıdır farkı yaratan. Bu ülkenin en büyük zenginliği ne petroldür, ne altındır ne sahip olduğu bunca doğal güzellikler, bu ülkenin gerçek zenginliği tertemiz Anadolu insanıdır. Türkiye’de yaşayanlar bunu kanıksıyorlar ve farkına varmıyorlar ama bu zenginliğin yarattığı fark dışarıdan bakıldığında daha iyi anlaşılıyor.

Vatan görevi esnasında, bulunduğum ilin Merkez Komutanlığı’nın kütüphanesinde bir süre geçirme imkanım oldu, hatta kendimce düzene de soktum bu küçük kütüphaneyi. Tozlu raflar arasında, Kore Savaşı’na ilişkin şu an adını ve yazarlarını hatırlayamadığım bir kitap dikkatimi çekmişti. Yazarların ismini hatırlayamıyorum ama bu kitap iki Amerikalı General tarafından kaleme alınmıştı ve Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüd Başkanlığı tarafından dilimize kazandırılmıştı. Oldukça kalın olan ve Kore Savaşı hakkında geniş izlenimler aktarılan kitaptan bir bölümü hala hatırlıyorum. Özellikle Kunuri Muharebesi’ nden sonra, Kuzey Koreliler’e yardım eden Çinliler, müttefik kuvvetlerden çok sayıda esir almışlardı. Bu esirler arasında, Amerikalılar, İngilizler ve Türkler başı çekiyordu ama Güney Kore’ nin yardımına koşan diğer 13 devletten de askerler vardı. Çinliler hem esirlerin üzerinde müthiş bir ideolojik propaganda sürdürdüler hem de fiziksel yöntemler de kullanarak onlara baskı yaptılar. Subayların rütbelerini sökerek, askerler ile aynı ortamda barındırdılar ve onlara ortak yemek verdiler. Böylece hiyerarşiyi yıkmayı hedeflediler. Ancak zaman içerisinde fark ettiler ki, yalnızca Türk birliğinde rütbeler söküldüğü halde askerler yine de en üst düzeydeki subayın sözünü dinliyordu ve esirler arasındaki hiyerarşi bozulmuyordu. Bunun üzerine o subayı hapsettiler ama baktılar ki, bu sefer yemeklerin dağıtımını bir alt düzeydeki subay hakkınca yapıyor ve adil bir biçimde yapılan dağıtımda, en güçsüz ve hasta olan askere daha fazla ilgi gösteriliyordu. Çinliler bütün Türk subaylarını gruptan ayırdıklarında ise askerler en kıdemli askerin etrafında birleşiyorlar ve onun sözünü dinliyorlardı. Buna karşılık diğer ülke askerlerinde subayların rütbeleri söküldükten sonra eski komutanlar alaya alınıyor böyle olmasa bile kaale alınmıyorlardı. Yemek paylaşımlarında güçlü olanlar zayıf olanlardan daha fazla yemek alıyorlar, bu sayede hasta ve zayıf olanlar zaman içerisinde kötü koşullar ve yetersiz beslenmeden dolayı ölüyorlardı. Ayrıca, Çinliler’ in kara propagandası ve önerdikleri avantajlardan dolayı birçok Batı kökenli asker komünizmi benimsemiş ve savaştan sonra bile ülkelerine dönmemişlerdi.

Amerikalı Generaller’ in işaret ettiği nokta, tek bir Türk askerinin bile adı geçen esir kamplarında ölmemesi ve hiçbirinin kara propagandaya alet olmamasıydı. Üstelik Türkler savaşta Amerikalılar ve İngilizler ile birlikte en çok ölü ve esir veren gruptu. Buna karşılık yüzlerce Amerikan, İngiliz, Kanadalı ya da diğer milletlerden asker bu esir kamplarında yaşamını yitirmiş veya saffını değiştirmişti. Türkler’ in diğer millet askerlerinden farklı bir profil çizmesinin nedeni, Türk Ordusu’nun disiplin anlayışının yanı sıra, insanımızın saygısı, yardımseverliği, özverisi, dayanışma ruhu ve sahip olduğu daha birçok erdemdi. Bu sonucu salt disiplin ile sağlayamazsınız. Bu ülkenin de, bu devletin de, demokrasimizin de teminatı, sigortası işe bu Anadolu insanı ve onun sahip olduğu değerlerdir. Millete güvenmek gerek. Onun karakteri bozulmadığı ve o yozlaşmadığı sürece bu ülkenin geleceği parlaktır.

Burak PEHLİVAN


Yayımlandı

kategorisi

,

yazarı: