Kiev’den, İstanbul Karaköy’e uzanan bir öykü, Karay Türkler’i

Kiev’in eski Suriçi bölgesinde, şehrin zarif ve özel binası Aktörler Evi ile, İstanbul’un yüzyıllarca yıl finans merkezi olan bugün ise gelişen turizmle her geçen gün yeni bir çehreye kavuşan Karaköy semtini birbirine bağlayan bir halk vardır ve bu halk Karay Türkleri’dir.   Karaylar, Museviliğin Karai mezhebine bağlıyken, inanç ve ibadetlerinde yalnızca Museviliğin kutsal kitabı Eski Ahid’i yani Tevrat’ı göz önüne alırken, daha sonradan ortaya çıkan yazılı ve sözlü geleneği ve Tevrat’ın bir nevi tefsiri olarak nitelendirebileceğimiz Talmud’u kabul etmezler. Dolayısıyla ana akım Yahudilik ’ten bu yönleriyle ayrışırlar.

Karaylar bir Türk boyudur ve Türkçe’nin Kıpçak Lehçesi’nin bir kolu olan Karayca konuşur, yazar ve bu dilde ibadetlerini yaparlar. İbadethanelerini Kenesa olarak isimlendirirler. 8. Yüzyılda Museviliği bir din olarak benimseyen ve tarihte Museviliği kabul eden tek Türk devleti olan Hazar Kağanlığı’nın Kırım’daki tebaasından, günümüze ulaşan bir topluluktur. Hazarlar, tarihteki on altı büyük Türk devletini temsil eden, Cumhurbaşkanlığımızın forsundaki on altı yıldızın yedincisidir. Hüküm sürdüğü Kiev’i ve Kırım’ı de içine alan geniş bir coğrafyada ticaret yollarını kontrol eden, ticarette oldukça ileri noktalara ulaşan bu devlet 10. yüzyılda Karadeniz’in kuzeyinde, Kiev ve çevresinde güçlü bir devlet olarak ortaya çıkan Kiev Ruslar’ının akınlarına dayanamamış ve 1016 yılında tarih sahnesinden çekilmiştir. Karaylar dışında, Hazarlar’ın büyük oranda Doğu Avrupa’da ve bugünkü Ukrayna topraklarında bulunan Eşkenaz Yahudileriyle karıştığı ve bu topluluklar içinde eridiği düşünülmektedir. Hatta Doğu Avrupa’daki Eşkenaz Yahudileri’nin dörtte birinin, Ukrayna Yahudilerinin ise neredeyse yarısının Hazar kökenli olduklarına dair iddialar bile mevcuttur. Sayıları artık birkaç binle ifade edilen Karaylar’ın bu devletten bakiye olduğuna dair ise bir şüphe bulunmamaktadır.

Karaylar, Kırım’dan farklı göç dalgalarında Doğu Roma’nın başkenti İstanbul’a, Litvanya ve Polonya’ya, Ukrayna’nın diğer bölgelerine göç etmişlerdir. Vilnius, Lutsk, Lviv, Kiev gibi şehirlerde ve İstanbul’da bir dönem etkin topluluklar oluşturmuşlardır. 1492 yılında Osmanlı Sultan’ı II. Beyazıt’ın İspanya’da engizisyondan kaçan Yahudileri kabul etmesinden beş yüz yıldan fazla bir süre önce, İstanbul’da yerleşik durumdaydılar. Öyle ki, İstanbul’un Beyoğlu İlçesi’nin Hasköy semtinde, bugün de faal olan Hasköy Karay Kenesa’sının tarihi bin yıldan öncesine dayanır. İşte Beyoğlu’nun bir başka semti bugünkü Karaköy’ün ismi de Karaylar’ın yerleşim yeri manasında Karayköy’den gelmektedir. Türkçe’yi belki de en iyi kullanan yazar olarak nitelendirebileceğimiz, iki başyapıtı Memleket Hikayeleri ve Gurbet Hikayelerini defalarca okumaktan keyif alabileceğiniz Refik Halid Karay’ın da Karaylar’a mensup olduğu kabul edilmektedir.

Kiev’deki Karaylar’a geri dönersek. 19. yüzyıl sonunda Kiev’de sayıları birkaç yüzü bulan Karaylar, şehirdeki ibadethanelerini yapmaya karar verdiklerinde, cemaatin önde gelenlerinden tütün kralı Solomon Kohen, tarihi Kiev’in ana giriş kapısı Altınkapı’dan, şehrin üçüncü ve son kapısı olan Yahudi Kapısı’na(Lviv Meydanı) doğru giderken yalnızca yüz metre ilerde Kesena inşaatı için yer satın alır. Kohen, Kiev’i Kiev yapan isimlerin başında gelen, dönemin en ünlü mimarı, Velikaya Vesilkovskaya’daki Gotik Katolik Kilisesi, bugün cumhurbaşkanlığı konuk evi olarak kullanılan Kimeryalı Ev ve Milli Sanat Müzesi gibi şehrin marka yapılarında imzası bulunan Leh asıllı mimar Vladislav Gorodotskiy ile anlaşır. Gorodotskiy’in mimari dehası ve Milanolu heykeltraş Emilio Sala’nın el işçilği ile bugünkü şaheser ortaya çıkar. Hiçbir masraftan kaçınılmazken, dönemin en iyi teknolojileri inşaatta kullanılır. Solomon’un 1900 yılında ölmesinden sonra, bina inşaatı kardeşi Mose Kohen tarafından tamamlanır ve Kenesa 1902 yılında görkemli bir törenle hizmete girer. Neo Endülüs mimari stilde tasarlanan binanın, bu akımı yansıtan önemli öğelerinden kubbesi ne yazık ki II. Dünya Savaşı’nı yaşayan Kiev’den günümüze ulaşamaz.

Ekim Devrimi sonrasında, Kenesa’ya el koyan Sovyet idaresi döneminde sırasıyla eğitim kurumu, sinema ve kukla tiyatrosu olarak hizmet verir. 1981’de ise ‘‘Aktörler Evi’ne’’ dönüşür ve o günden beri konserlere, temsillere ve farklı sanat etkinliklerine ev sahipli yapar. Sovyetler’in çöküşü sonrasında ibadethaneler, eski cemaatlerine devredilirken, sayıları ve güçleri azaldığından mı bilinmez, Karay Kenesa’sı Karaylar’a devredilmez. Kendileri dışında başka topluluklarla evlenmedikleri için soyları da, dilleri de tükenme noktasına gelen Karay Türkler’inin ne olursa olsun maruz kaldıkları bu haksızlık umarım bir gün düzeltilecektir. Bu bina bir ibadethaneye dönüşemeyecekse bile, yok olmaya yüz tutmuş bu halkın ilginç ama bir o kadar da trajik tarihini gelecek kuşaklara taşıyacak bir müzeye dönüşmesi sanırım en iyi çözüm olacaktır.

Biz de bugün bu eski ibadethanede farklı bir konser için bir araya geldik. Harika çocuk Tuluyhan Uğurlu’nun, notalarıyla, Ukraince slaytlar eşliğinde İstanbul’u ve İstanbul’un tarihini dinliyoruz. T.C. Kiev Büyükelçiliği Kültür ve Turizm Müşavirliği’mizin organizasyonuyla, Uğurlu’nun nağmeleri bizi Karadeniz’in diğer tarafına taşırken, konsere eşlik eden slaytların sonuncusunda, Napolyon’un o meşhur, ‘’Eğer Dünya tek bir ülke olsaydı başkenti İstanbul olurdu’’ sözünü, rengi mabedin duvarlarından yansıyan bu ruhani müzik adeta haklı çıkarıyor.

Burak PEHLİVAN

 


Yayımlandı

kategorisi

, , , , ,

yazarı: