Türkiye ve Gayri-Müslim Azınlıklar

by burakpehlivan on 16/08/2010

Onunla 5, 6 yıl kadar önce berberde karşılaşmıştım. Saçları bayağı dökük, gözlüklü, sempatik orta yaşlı bir adamdı. Şen şakrak keyifli bu insanın Mango’nun sahibi olduğunu söyledi berberim. Şaşırmamın nedeni, bu kişiyle Intercontinental Oteli’nin berberinde karşılaşmak değildi kuşkusuz, burada Kaddafi’nin oğluyla da karşılaşmak mümkündü.

Şaşırdım çünkü bu kişi en az benim kadar aksansız Türkçe konuşuyordu. Onlarca yıl önce Türkiye’den İspanya’ya göç etmiş bir Türkiye Yahudi’si olduğunu sohbetin ilerleyen dakikalarında anlattı. 20 küsur yıl önce, bugün Dünya’nın yüzlerce şehrinde, binlerce mağaza ile faaliyet gösteren Mango’yu Barselona’ da kurmuştu. Türkiye’ye belli kalemlerde ithalat, yerli malını korumak için kaldırıldığında, Macaristan’dan ampul ithal eden babası yeni bir iş yapmak için, o henüz 17 yaşındayken İspanya’ya göç etmiş. Bu karar da Mango imparatorluğunun doğuşunu sağlamış. Kendini İspanya’da yaşayan bir İstanbulllu olarak tanıtan bu kişinin, İstanbul’dan bahsederken gözleri parlıyordu. Nitekim her sene İspanya’nın ünlü gazetelerinin temsilcilerini, önemli siyasetçilerini, kardeşiyle beraber İstanbul’ da ağırlıyormuşlar.

Bit iki yıl önce bu olayı birkaç arkadaşıma anlattım. Arkadaşlarımdan birine bu hikaye biraz abartılı geldi, öyle ya koskoca İspanyol markası Mango’nun sahibi nasıl Türk olabilirdi. Yıllarca önce gözümle gördüğüm bu olaya sanki ne kadar şaşırdığımı, inanmakta güçlük çektiğimi unutarak arkadaşıma biraz gönül koydum, öyle ya benim ona anlattığıma nasıl inanmazdı. Geçenlerde bu arkadaşımın bir arkadaşı İspanya’ya, Mango’ya ortak bir proje çerçevesinde gitmiş, firmanın genel müdürlüğünde her yerde İstanbul ve Türkiye fotoğrafları varmış. Girişte sohbet ederken yanlarına, saçları artık iyice dökülmüş bir bey yaklaşmış, Türk olduklarını öğrenince onlara özel ilgi göstermiş, konuşmanın sonunda bizimkiler, ona kim olduğunu sorduklarında, ben demiş buranın sahibiyim. Arkadaşım bu olayı anlattığında, vallahi abi doğru söylüyormuşsun dedi, Mango’nun sahibi bir Türk. 500 yıl önce İspanya’dan göç etmiş bu insanlar, Türkiye’yi o kadar benimsemiş ki, ekmeğini bugün başka yerde kazansa bile kalplerindeki bu ülke aşkı ölmemiş. Hala ellerinden geldiğince bu ülkenin reklamını yapıyorlar.

Etiyopya’daydık. Başkent Addis Ababa’ da yemek yiyecek yer bulmak bile çok zordu Bölgeye özgü bakterilerden dolayı, eğer bunlara alışık değilseniz yanlış yerde yemek yemek ölüme kadar varacak ciddi sağlık sorunlarına yol açabiliyordu. Otelimizdeki görevlinin tavsiyesi ile varoş mahallelerinin arasında Alaattin’in Lambası isimli bir restorana gittik. Sofrada iki Türk, bir Etiyopyalı gazeteci, bir İstanbullu Rum’duk. Birbirinden lezzetli mezelerin çoğunun ismi bile Türk’tü. Türkiye’den binlerce kilometre uzaklıkta, yemekten de, muhabbetten de anlayan İstanbul Rum’u Pertev Bey kendine bu restoranda yeni rakı bile bulup sipariş etti. O dönemde daha Rakı Tekel’di ve ihracat hamlesi başlamamıştı. Sonradan öğrendik ki, restoranın sahibi 1. Dünya Savaşı esnasında İstanbul’dan, Lübnan’ a göç etmiş bir ailenin ferdiydi ve menü Osmanlı mutfağına göre şekillendirilmişti.

Kala kala, 1500 İstanbul Rum’u, 50 bin İstanbul Ermeni’si, olsun olsun 20-25 bin Türkiye Yahudi’si, bu ülkede yaşayan Lozan Antlaşması’nda tanımlanmış gayri-müslim azınlıklar. 3 kıtada hükmetmiş bir imparatorluğun torunları olarak ne yazık ki bu ülkenin kültürel zenginliklerini ve çeşitliliğini kaybediyoruz. Selçuklu zamanında bile Ermeni komutanlar hizmet edebilirken orduda bugün bir gayri-müslimi önemli bir devlet görevinde göremeyiz. Niye acaba? Bir Arap yükselmedi mi, Irak’taki Amerikan Ordusu’nun bağlı bulunduğu Merkez Komutanlığı’nın başına. Bu ülkeden çakıltaşı bile sökülüp alınamayacakken, Fener Rum Patrikanesi’ nin, İstanbul’dan toprak alarak, Vatikan gibi bir oluşuma gideceğinden kaygılanmak, 1970’li yıllara kadar çalışan Ruhban Okulu’nun tehdit olarak görmek 70 küsur milyonluk bu ülkeye yakışır mı? Bu ülke bu kadar zayıf mıdır, bu basit sorunları çözme konusunda. Yakışır mı bu ülkede, Yahudi öğrencilerin zırhlı araçla okula gitmesi ya da Ermeni kökenli bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı gazeteci katledilirken, devletin bu kişiyi koruyamaması. Tabii ki diasporanın yalanları ile mücadele edeceğiz, tabii ki, Kıbrıs sorununda sonuna kadar Kıbrıslı Türk kardeşimin hakkını savunacağız ya da İsrail zalimleştiğinde, mazlumun yanında dik duracağız ama bunlar ile benim bu ülkede binlerce yıldır yaşayan Rum, Ermeni kardeşimin ya da Yahudi vatandaşımın ne ilgisi var. Sanıyor muyuz ki, o insanlar bizden daha az milliyetçi. 80 yıllarda ABD’ de Ermeni lobisi bastırırken soykırım diye, atlayıp gitmedi mi Jak Kamhi uçağa Türkiye lehine propaganda yapmak için. Artık bu vehimleri geçmenin zamanıdır, bu ülke yeterince olgunlaşmış ve güçlenmiştir. Devletin amacı vatandaşına ırkına, dinine bakmadan hizmet götürmek değil mi? Kendi vatandaşı ile barışık olmayan bir ülkenin, Dünya’da söz sahibi olması mümkün olur mu?

Gayri-müslim vatandaşlarımız Rum’uyla, Ermeni’si ile Yahudi ve Süryani’si ile bu ülkenin zenginliğidir. Bu ülke bir gün altın ve değerli taş işlemeciliğinde dünyada bir numara olacaksa, bu tırnak içersindeki azınlıkların ülkeye kattığı değer ile olacaktır. Gurur duymuyor muyuz, 2010 Avrupa Kültür Başkenti İstanbul derken. Bu topraklarda, farklı kültürler harmanlanmasa kültür başkentliğinden söz edebilir miyiz? Bir gün, İstanbul dünyadaki önemli finans ve ticaret merkezlerinden biri olacaksa, politik olarak dünyadaki en güçlü şehirlerden biri olarak adını yazdıracaksa dünya sahnesine, kimi rahatsız eder ezan sesine, çan sesinin, hazan sesinin karışması. Bu ülke ne zaman anlayacak büyük bir ülke olduğunu ve bu özgüvenle başaramayacağı şeyin olmadığını?

Burak PEHLİVAN

 

Aşağıdaki butonları tıklayarak, yazıyı arkadaşlarınızla paylaşın!

Previous post:

Next post: