Bir Anekdot ve Türkiye’nin Vize Politikası

by burakpehlivan on 22/05/2010

Öteden beri tarihe merakım olmuştur. Okul öncesi çağda, okuma yazma bilmediğim zamanlarda bile, renkli, resimli ansiklopediler açar, buralardaki resimleri takip ederek  olayları anlamayı çalışır ya da benden büyüklerden yazıları okumalarını talep ederdim. Daha sonraları tarihle ilgim genellikle tarih tersleri ile sınırlı kalsa da fırsat buldukça başka kaynakları takip etmeye çalıştım. Orta öğrenimde ise tarih dersleri, yavan, özeleştiriden uzak(bunu eleştirmek adına söylemiyorum, muhtemelen gelişmiş ülkelerde de, orta öğrenime dönük tarih kitapları tam anlamıyla özeleştiriden uzak yazılıyordur), basmakalıp ve ezbere dayalı yürütülüyordu.Bir gün tarih hocamız bir olay anlattı. Bize ders verdiği üç yıl zarfında iki, üç, bilemediniz beş kez metne bağlı kalmadan, sınıfa bir bilgi vermişliği olan hocamız, bu olayda Levent’ lerden(*) bahsediyordu.Leventler, Osmanlı’ dan deniz erlerine verilen bir ad.  Ancak hocamız bu sözcüğün aslında yalnızca bu anlamda kullanılmadığını söylüyordu. Anlattıklarına göre, özellikle 15 ve 16. yüzyıllarda, Anadolu’ da ciddi bir nüfus artışı ve genç nüfus buna bağlı olarak ise ciddi bir dinamizm, enerji vardı. Bu genç insanların bir bölümü savaşlara asker ya da gönüllü olarak iştirak ediyor, bir bölümü ise tarımla ve diğer ekonomik faaliyetlerle uğraşıyordu. Ekonomik aktiviteler, bugün olduğu kadar tabii ki çeşitli değildi. Üretim araçları kısıtlıydı, böylece bu artan nüfusun istihdam edilmesi, salt askeri alan, tarım ve zanaat ile mümkün değildi. Bu nedenle özellikle ülkenin batısından, gerektiğinde büyük tekneler, gemiler, gerektiğinde ise küçük tekneler, hatta sandallar ile batıya doğru, bu potansiyel deniz yoluyla hareket ediyordu. Bu insanlar kah savaşıyor, kah ekonomik faaliyetler ile uğraşıyor kahsa korsanlık yapıyordu.Başlangıçta başıboş olan bu insanlara ise başıboş insan anlamında Levent deniyordu. Bu sözcük de zamanla, deniz eri anlamında bu şekilde  kullanılmaya başlanmıştı. Neticede gençlerin olumlu anlamdaki potansiyeli faydaya dönüşüyor, olumsuz potansiyeli ise bertaraf ediliyordu. Tarih öğretmenine göre, Kanuni’ nin Fransa ile yaptığı kapitülasyonların zararı yalnızca ekonomik anlamda değildi. Bu anlaşmalar ile bu genç, dinamik nüfusun batıya doğru hareketine sınırlama getirilmişti. Artık bu insanlar, teknelere, sandallara, sallara binerek Anadolu’ yu terk edemiyordu. İçerde kalan bu potansiyel, verimli bir biçimde değerlendirilemediği için, enerjisini başka alanlara yönlendiriyordu. Osmanlı’ nın başını çok ağrıtan, zayıflamasını hızlandıran, Anadolu kaynaklı Celali İsyanları’ nın en önemli nedenlerinden biri de bu insanların çıkış yolu bulamadıkları, genç yaşlarında çalışamadıkları için başka motiflerle de olsa devlete başkaldırmalarıydı.Tarih öğretmenin anlattıkları o zaman çok ilgilimi çekmişti. Bu bilgiler doğruydu ya da yanlıştı  ama bizleri düşünmeye sevk etmişti. Ezbere dayalı tarih anlatımında bizler için küçük bir pencere açmıştı.  Anlattığı bilgiler bana o zamanlar çok mantıklı gelmişti. Bugüne kadar açıkçası doğruluğunu ya da yanlışlığını araştırmadığım bu malumatın üzerinde çok düşünmüşümdür. Ancak, aradan geçen yıllar, kişisel deneyimlerim, gördüklerim, bu vakanın doğru olabileceğini tasdikler nitelikte olmuştur.

Türkiye’nin nüfusu bugün 70 milyonun üzerinde. Bu nüfusun yarıdan fazla bir bölümü 30 yaşın altında. Bu durumdaki, yüksek genç nüfusa sahip ülkelere, altın çağını yaşayan ülkeler deniyor. Ülkede artan nüfus istihdam edilebildiğinde, yalnızca  teknolojik verimliliğe ve sermaye birikimine bağlı olarak değil de, artan nüfusa bağlı olarak da ciddi ekonomik büyüme rakamlarına ulaşılabiliyor.. Global ekonomik krizden, içsel nedenlerden ya da her ikisinin de etkisi ile ne yazık ki ülkemizde son yıllarda eskiden olduğu gibi bu genç nüfus potansiyeli değerlendirilemiyor. Bu olgu kronik bir soruna dönüşmüş durumda. Ülkemizde, işsizlik %14-15′ ler seviyelerindeyken, genç nüfusta işsizlik %25′ leri buluyor. Maalesef, ülkemizin olanakları bu müthiş genç potansiyeli kullanamıyor.  Dolayısıyla işgücü olarak ama daha önemlisi, girişimci ruh olarak Türkler’ in dünyanın her yerinde faaliyet yapması gerekiyor. Girişimcilerimizin yurtdışındaki ilişkileri, başarıları, neticede ülkeye sermaye olarak, istihdam olarak mutlaka geri dönüyor.
Eskiden çalıştığım bir firmanın Rusya’ daki firmasının genel müdürlüğünü yapan bir Rus dostum ile havalimanından, şehre gidiyorduk. Yıllarca, Türkiye’ de yaşamış olmasına rağmen bu dostum, yine de Türkiye’ye karşı hayretini gizleyemiyordu. Havalimanında şehre girerken görülen çoğu çirkin yapılar, yine de Türk toplumunun dinamizmini gösteriyordu ona göre. Her yerde yeni binalar yükseliyor, sakil olmak ile birlikte devasa bir güç şehre girenlerde bir etki bırakıyordu. Dostum bana döndü, halen anlamıyorum bu ülke niye olması gerekenin çok altında bir ekonomik değerde diye sordu? Halbuki çok kaliteli makine imal ediyorsunuz ki makineyi imal edebilen bir sanayi her şeyi iyi imal edebilir. Ticareti biliyorsunuz, esnaf ruhunuz var, anlayışlısınız, girişimcisiniz. Şu çarpık yapılaşma bile sizin enerjinizin ve hareketliliğinizin dışa vurumudur diye sözlerini tamamladı. Ona cevap verirken, başta sorduğu sorunun cevabında, yıllarca bu ülke insanının yurtdışında rahat hareket edememesinin içsel ve dışsal nedenlerinin etkisi yok mu diye düşündüm? Yurtdışında yeterince ekonomik büyüklüğe ve özgürlüğe kavuşamadığımız için bazı sorunları yaşamıyor muyuz?

Bugün, dışişlerinde güzel şeyler oluyor. Ülkemizin komşularıyla olan ilişkileri büyük oranda düzeltildi, düzeltilmeye devam ediyor. Türkiye’ nin ekonomik büyüklüğünün çok ötesinde bir gücü, bölgede hatta dünyada hissediliyor. Birçok ülke ile karşılıklı olarak vizeler kaldırıldı, bazı ülkelere ise daha rahat vize alınabiliyor. Bazıları tabii ki eleştirecektir, haritada yerini bile bilmediğimiz, ismini bile zorlanarak söylediğimiz ülkelere vize kalksa ne olur, kalkmasa ne olur, esas olan AB, Amerika’ dır diye. Kuşkusuz onların da haklılık payı var ama Roma’ da bir günde kurulmadı. Bu bir süreç. Kaldı ki o ismini bilmediğimiz ülkelerde bile Türk girişimcileri faaliyette gösteriyor. Türk insanı artık çok daha rahat hareket edebiliyor, dünyayı görüyor, dünyadaki gelişmeleri, değişimleri yerinde gözlemleyebiliyor. Dünyanın her yerindeki  fırsatlardan,  fiziksel anlamda da uzak kalmıyor.

Yazının başında anlattığım tarihsel vakaya geri dönersek. Yüzyıllarca içine kapanan, kapatılan Türk toplumu artık zincirlerini kırıyor. Ekonomide, finansta, uluslar arası ticarette, dış politikada ben de varım diyor, inisiyatif alıyor. Daha dün, en büyük ticari partnerimiz Rusya ile vizelerin karşılıklı olarak kaldırılması ileride daha büyük atılımların habercisi olur umarım. Dışilişkiler alanında gerçekleştirilen bu çalışmaların,  ülke içinden kaynaklanan, yurtdışına seyahat özgürlüğünü kısıtlayan, zorlaştıran etmenlerin de elimine edilmesine vesile olmasını temenni ediyorum.  Azaltılarak 10 $’ lar seviyesine bile indirilse yurtdışı çıkış harcı hala maliyetinin de ötesinde bir bürokratik yük vatandaşın omzunda. Pasaport defter ve harç bedellerinde ise açık ara Dünya şampiyonluğunu kimseye kaptırmıyoruz. Kaldı ki, bu alanlarda hareket etmek, reform yapmak başka bir devletle karşılıklı anlaşmayı da gerektirmiyor. Türkiye’ nin maliyeti 500 $’ ları aşan bir pasaport politikasını daha fazla sürdürmesinin gereği de anlamı da yok. Ülke insanın, sahip olduğu müthiş potansiyeliyle özgürce, rahatça dünyayı görmesi, tanıması yaratacağı ufak tefek problemlere rağmen, bu ülkeye maddi ve entelektüel sermaye olarak geri dönecektir, bundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın.

Burak Pehlivan
(*) TDK sözlüğüne göre farsça bir kökten gelen bu sözcük boylu poslu yakışıklı kimse anlamında kullanılıyor


Aşağıdaki butonları tıklayarak, yazıyı arkadaşlarınızla paylaşın!

Previous post:

Next post: