Andorra, İstikrar, Zenginlik, Refah, Peki Demokrasi ?

0_a9351_46c4c2ca_XXLE-posta kutuma ilginç bir mektup düşüyor, yazıda Andorra’nın en büyük bankalarından birinin yöneticisi  Kiev’e geleceğini ve benimle görüşmek istediğini belirtiyor. İsmi hatırlıyorum, kendisi ile birkaç yıl önce bir yemekte karşılaşmış, tanışmıştık. Nezaketen talebinini geri çevirmiyorum, açıkçası hiç gitmediğim bir ülke hakkında birinci ağızdan bilgi alma ihtimali de ilginç geliyor. Onu ve yardımcısını yemeğe davet ediyorum. Yemek, Gezi Parkı gösterileri çerçevesinde Türkiye’de yaşananlarla aynı zamana denk geliyor ve aramızda ilginç bir sohbet başlıyor.

Андорра.
Deneyimli banka yöneticisi, farklı ülkelerden işadamlarıyla, yatırımcılarla belli ki binlerce görüşme yapmış. Karşısındakinin düşüncesine, yaklaşımlarına, kültürüne inanılmaz saygı gösteriyor. Konuşmasını Türkiye’ye İstanbul’a ilişkin ilginç örneklerle süslüyor. Andorra’dan bahsederken ise yüzünü değişik bir gülümseme alıyor. Fransa ve İspanya sınırındaki dağlık bölgede yer alan ülkenin nüfusu yalnızca 75.000. Bu nüfusun üçte birini Andorralılar geri kalanını ise ülkede yaşayan yabancılar oluşturuyor. Ülkede eğlence yeri yok, restoran, cafe sayısı sınırlı. Ordusu olmayan ülkede 250 kişilik polis gücü onlar da trafik hizmetleriyle ilgili görev yapıyor. Ülke o kadar güvenli ki konuğumun aktardığına göre İsviçre gibi yine son derece güvenli bilinen bir devlette son 20 yılda 1.500 cinayet işlenirken, Andorra’da bu süre zarfında yalnızca bir Çinli turistin eşini öldürmesi vakasına rastlanıyor.

Andorra-List-of-Universities-of-Andorra
Yüzyıllarca yıl savaş görmemiş ülkede her şey güven üzerine kurulu. 1993 yılına kadar yazılı anayasaları hatta yasaları bile olmamış. Teamüller ve karşılıklı güven ilişkileri, antlaşmaları şekillendirmiş. Havalimanı, otoyolu olmayan, Barselona ve Tulus’a 2,5 saatlik araba mesafesindeki Andorra bölgede adeta güvenli bir liman görevi görmüş. Yöneticiler de bu durumdan istifade ederek, ülkeyi dünyanın gizli ama yasal kasalarından biri haline getirme vizyonunu ortaya koymuşlar. Her şey riski minimize etmek üzerine kurulu. Dolayısıyla ABD’nin İsviçre’ye baskı yapıp, gizli müşteri hesaplarını açıklamak zorunda bırakabileceğini önceden görerek, Amerikalı müşteri kabul etmeme kararını çok önceleri almışlar. Aynı şekilde karşılıklı vergi antlaşmaları olan İspanya ve Fransa’dan da müşteri kabul etmiyorlar. Müşterilerin Andorra bankalarına koyacakları mevduatın yasal yollardan kazanılmış olduğunu ispat etmeleri en büyük zorunluluk. Dolayısıyla istikrar sıkıntısı olan ülkelerdeki işadamları en büyük müşteri gruplarını oluşturuyor. Yine riski yönetebilmek için her ülkeden yalnızca sınırlı sayıda müşteri kabul edebiliyorlar.
Bankalarda elle çalışma var. Bu hesapların daha da gizli olmasını sağlıyor. Müşterinin hesap numarası ile müşterinin ismi arasında bilgisayar ortamında bir ilişki yok. Banka bilgisayarlarında yalnızca müşteri numarası ve mevduatın büyüklüğü kaydediliyor. Bilgisayarlardan kilometrelerce uzaktaki arşivlerdeki dosyalarda ise bu hesap numaralarına sahip müşterilerin bilgileri kağıt üzerinde tutuluyor. Bu da müşteriler açısından tam bir gizlilik sağlıyor. Andorralı bankacı işlerinin Orta Afrika ülkelerinde, eski Sovyet coğrafyasında ve Arap baharını takiben Kuzey Afrika’da çok iyi olduğunu söylüyor. Özellikle Tahrir Meydanı’nda yaşananlardan sonra Mısır’daki müşterilerinde patlama yaşanmış. Burada adını yazmayacağım global bir Avrupa bankasının üst düzey yöneticisi ile Mısır’da olayların en hareketli olduğu dönemde Kahire Havalimanı’nda karşılaşmışlar. Avrupalı bankacı can korkusu ile “Mısır’da artık hiçbir şey yapılmaz burada ne işin var?” diye sorarken, Andorralı bankacı “işte tam da bizim iş yapacağımız ortam” diye bu soruyu cevaplamış. Nitekim kısa sürede birçok sözleşmeye imza atmışlar.

bank-vault

Konuşmamız ilerliyor, bana Türkiye’deki durumu soruyor zira ertesi gün Türkiye’ye gidecek. Diyorum ki, vatandaşlarımızın bir bölümü yöneticilerimize karşı demokratik tepkilerini ortaya koyuyor,  anayasal haklarını kullanıyorlar. O tam tersini iddia ediyor, ona göre şu an Türkiye onların iş yapması için aynı Mısır’da olduğu gibi çok uygun bir ortam sunuyor. Sinirleniyorum ancak nezaketen konuğuma belli etmemeye çalışıyorum. Belli ki o da kendi çıkarını düşünüyor ve olayları bu şekilde yorumlamak istiyor. Yemeği bitiriyor, o ve yardımcısı ile vedalaşıyoruz.

sb10065616b-001.jpg

Yalnız kaldığım restoranda filmi başa sarıyorum. Andorra ismi beni İstanbul Erkek Lisesi yıllarıma götürüyor, İsviçreli oyun yazarı Max Frisch’in Andorra adlı epik tiyatro eserini lisede bir sömestr boyunca okumamız aklıma geliyor. Max Frisch, hayali Andorra adlı bir ülkenin, oyununda “siyahlar “ diye ifade edilen antisemitist güçler tarafından işgal edilmesini ve bu ülkede aslında Yahudi olmadığı halde, Yahudi olduğuna inandırılmış ve inanılan ve bundan dolayı da çevresindekiler tarafından ayrımcılığa tabi tutulan Andri karakterinin öyküsünü anlatıyor. Yapıtta hemen hemen tüm karakterler isimleri ile değil meslek grupları ile isimlendirilmiştir. Bu sayede karakterler içinde tek tipleşme, adeta bir standartizasyon sağlanılıyor. Andri aslında “siyahlara” mensup bir kadın ile oyundaki “Öğretmen” karakterinin gayri meşru çocuğudur. Andri’nin “Öğretmen” ‘in kızına yani aslında üvey kardeşine aşık olmasıyla olaylar gelişecektir. Frisch bu epik şaheserinde önyargılar, ötekileştirme, ikiyüzlülük, azınlık olma, çoğulculuk gibi kavramlar etrafında düşünülmesini sağlıyor.

andorra-la-vella

Filmi ileri doğru sarıyorum. Türkiye’de Gezi Parkı çerçevesinde yaşananları sosyal medyadan takip ediyorum. Özellikle liseden, üniversiteden ve semtim Suadiye’den birçok arkadaşım protestolarda oldukça aktif. Bu aktiflik ile liseden bir arkadaşımın 30 Ağustos Zafer Bayramı’nı Kiev’de coşkuyla kutlamamıza ilişkin bir fotoğrafı sosyal medyada paylaştığımda, “ne güzel siz hala bu bayramları kutlayabiliyorsunuz” diyerek fotoğrafın altına yorum yazmasını, Türkiye’den yeni gelen genç işadamı konuğumun ise THY’nin Ukrayna’daki 20. Yılı kutlamaları için Kiev’de düzenlenen ve 700’e yakın Ukraynalı, Türk ve yabancı davetlinin katıldığı resepsiyonda içki servisi yapıldığındaki şaşkınlığını birleştiriyorum.

Belli ki toplumumuzun bir bölümünde değerlerine, yaşam alanına müdahaleye ilişkin bir algı oluşmuş. En apolitik arkadaşlarımda bile bir pozisyon alma gereği hissettiren bir algı birikmesi gerçekleşmiş. Türkiye, son on yılda kişi başına gelirini büyüme, hesaplama yöntemindeki güncelleme ve kurdaki değerlendirmeyle beraber 10 bin doların üstüne çıkardı. Gelecek on yıllarda ise inşallah 20’lere, 30’lara çıkaracak. Dünyada örnek gösterilen bir ekonomiye sahibiz. İstanbul yalnız bölgesel finans merkezi değil, 150 milyon kişilik havalimanı ve diğer ulaştırma projeleri ile dünyanın en büyük transit merkezlerinden biri haline gelecek. Bu sayede birçok uluslararası şirketin, kurumun merkezleri İstanbul’a taşınacak, Türk insanına ek ekmek kapıları açılacak, ülke refahı artacak. Dört İmparatorluğa başkentlik yapmış eşşiz tarihiyle İstanbul, bugün aldığı 10 milyon turisti, 30,40,50 milyonlara çıkaracak. Ancak gelir ve refah artışı sağlanırken her aşamada faklı politikalara, vizyonlara ihtiyaç duyulabilir, geçmişte uygulanan politikalar, bugün çare getirmeyebilir, zira artık parametreler değişmiş, yeni koşullar oluşmuştur.

istanbul_2_001

Türkiye’nin hedeflerine ulaşabilmesi için sokaklara dökülen, iyi eğitimli, hak ve özgürlüklerin değerini, anlamını bilen yüzbinlerin katkısına ihtiyacı var. Bu gerçeği siyasetçilerimizin sağduyulu bir biçimde, iyi değerlendirmesi gerek.  Toplumsal barışı sağlayamazsak, İstanbul’da yeşili öldürür, özellikle şehrin merkezini emsal artışlarıyla betonlaşmaya terk edersek, bu güzel şehre de bu şehrin insanına da haksızlık ederiz. İstanbul Dubai ya da çölde konumlanmış ve dikkat çekmek adına büyük inşaat projelerine ihtiyaç duyan bir başka kent değil. Sultanahmet Camii’nin bile görünümü bozacak gökdelenlere bu şehrin ihtiyacı yok. Elbette kentsel dönüşüm gerçekleştirilecek, elbette şehir birbirinden şık binalar ile süslenecek, ihtiyaç duyulan iş merkezleri yapılacak ve çağdaş konut açığı kapatılacak ancak bunlar yapılırken ulaşım da, yeşil de, tarih de ve elbette insan faktörü de dikkate alınacak.

istanbulsiluet

Halkımızın refahında kalıcı artış getirecek büyük hedeflere ulaşmada huzur ve istikrar çok önemli ancak demokrasiden taviz vererek de bu hedeflere ulaşmak mümkün değil. Birbirinden farklı düşüncelere, etnik ve dini kökenlere, ideolojik bakış açılarına sahip olabiliriz ama inanıyorum ki hepimizin ortak paydası bu ülkenin ilerlemesi, kalkınması, vatandaşlarının gelirinin, refahının artmasıdır. 35 yaşındayım ve aklım ermeye başladığından beri elimden geldiğince ay-yıldızlı pasaportun değerinin artmasına çalıştım. Bizimkisi belki kumsaldaki kum tanesi, ya da büyük yangını söndürmeye çalışan öyküdeki karınca kadar etki yaptı ama tarafım bellidir. Şuna eminim ki o pasaportun değeri arttığı sürece bu ülkenin birliği de dirliği de güçlenecektir. Tanılarımız, reçetelerimiz ve çözümlerimiz farklı olabilir ama hepimiz bu ülkenin, milletin iyiliğini istiyoruz. İnanıyorum ki Andorralı sempatik bankacının önümüzdeki dönemde Türkiye’deki işleri hiç de beklediği gibi gitmeyecektir.

Burak PEHLİVAN