Model Birleşmiş Milletler Konferansı, İstanbul Erkek Lisesi’nde gerçekleşti

IELMUN, 1884 yılında eğitim hayatına başlayan, Türkiye’de lise ismini alan ilk eğitim kurumu olan, ilk öğrenci tiyatrosunun oynandığı, Türkiye’de ilk Almanca eğitimi verilen,  ilk sinema gösterimi yapılan, ilk okul gazetesinin çıkarıldığı İstanbul Erkek Lisesi’nin öğrencileri tarafından, lise ve üniversite öğrencileri için düzenlenen bir Model Birleşmiş Milletler Konferansı. Bu konferansta katılımcılar, delege, büyükelçi, sekreterya üyesi veya gazeteci rollerini üstlenerek bir Birleşmiş Milletler simülasyonu gerçekleştiriyorlar.

IELMUN’un resmi dilleri Türkçe, Almanca ve İngilizce. Organizasyon, onlarca farklı ülkeden yüzlerce öğrencinin katılımıyla düzenlenirken, yalnız çok dilli değil çok kültürlü de bir yapı oluşuyor. IELMUN’un açılışında birçok ülkenin eğitim kurumlarından öğrenci kardeşlerimle, özellikle de gölgesinde 8 yılımın geçtiği 135 yıllık ulu çınar İstanbul Erkek Lisesi’nde görüşlerimi paylaşmak; 21 yıl önce mezun olduğun kurumun şimdiki öğrencileriyle sohbet etmek, yaşamımın en büyük onurlarından oldu.

Avrupa’nın coğrafi merkezinde bugün bir ülke Ukrayna, adeta yeniden kurulurken, Orta ve Doğu Avrupa’nın ve sonuçları itibarıyla Avrupa’nın 90’lı yıların başında, Demir Perde’nin çöküşüyle nasıl şekillendiğine atıfla dile getirdiğim düşüncelerimde, Türkiye ve Ukrayna ilişkilerinin bugününe ve geleceğine de ışık tutmaya çalıştığım konuşmam.

Avrupa’nın coğrafi merkezinde bir ülke adeta yeniden kurulurken, Türkiye ne yapıyor, ne yapmalı? 

Doğu Bloğu çöküp, Sovyetler Birliği dağıldığında, Baltık Cumhuriyetleri’nden Kafkasya’ya, o zamanki ismiyle Çekoslovakya’dan, Vladivostok’a çok geniş bir coğrafyada derin siyasi ve iktisadi güç boşluğu oluştu. 1990 yılının ekim ayının 3’ünde iki Almanya birleşip ‘’Wiedervereinigung’’ gerçekleştiğinde bu okulun sıralarında öğrenciydim. 3 Ekim tarihi benim ve henüz on iki yaşındaki diğer sınıf arkadaşlarım için o zaman her yıl bir gün daha fazla tatilden başka bir anlama gelmiyordu. Ben ve akranlarım dünyanın yeniden şekillendiğini ve büyük değişimlerin arifesinde olduğumuzu anlayabileceğimiz bir yaşta değildik. Alman rock grubu Scorpions’un Wind of Change isimli şarkısı kulaktan kulağa yayılıyor, aynı 3 Ekim’in sıradan bir gün olmadığı gibi, bu şarkı da sıradan bir şarkının ötesinde o yıllarda başlayan müthiş değişimin adeta sloganı haline geliyordu.

Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri, bu siyasi ve iktisadi güç boşluğunu takip eden yıllarda hızla doldurdu. Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin, Baltık Cumhuriyetleri’nin demokrasiyle tanışmasını, serbest piyasa ekonomisine geçişini, demokratik, müreffeh ülkelerine dönüşmesini güçlü bir irade ve cömert fonlarla desteklediler. Mali desteğin kurumsal ayağını Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası, Avrupa Yatırım Bankası, Dünya Bankası ve Uluslararası Finans Kurumu gibi kurumlar oluşturdu. İki Almanya birleşirken, başta Almanya ve tüm Avrupa kamuoyları yaşlı kıtaya ebedi barış ve refahın geleceği düşüncesiyle yapılanlara maddi ve manevi büyük fedakarlıklarla destek sağladılar. Daha kısa bir süre öncesine kadar Demir Perde’nin Batı sınırını oluşturan bu ülkeler birbiri ardına önce NATO’nun güvenlik şemsiyesi altına girerken, daha sonra ise birkaç dalga halinde Avrupa Birliği’ne tam üye oldular.

Bu süreç yaşanırken, ülkemizin kamu olarak da özel sektör olarak da imkân ve kabiliyetleri oldukça sınırlıydı. On yıl zarfında ülke ekonomimiz 1994, 5 Nisan, 1997-98 Rusya ve 2001 finansal krizlerini yaşadı. Kendi sorunlarımıza o kadar gömülmüştük ki bu büyük değişimleri büyük oranda seyrettik. İş dünyamızın finansmana erişimi kısıtlı, yurtdışında iş yapma deneyimi azdı. Girişimcilerimizin de kamu çalışanlarımızın da yabancı dil bilgisi yetersizdi. Büyükelçiliklerimizi saymazsak yurtdışında dış temsilciliğimiz hemen hemen yoktu. Türk Havayolları şirketlerinin uçuş ağları darken, iş insanlarımız birçok ülkeye ancak zorlu vize süreçleriyle gidebiliyordu.

Tüm bu ekosistem ve şartlar altında, Kafkasya’da ve Ortaasya Türk Cumhuriyetleri’nde, gerek buralara Batı’nın coğrafi uzaklığı ve öncelik listesinde bu ülkelerin daha geride yer alması gerekse bizim buralarla derin tarihsel ve kültürel bağlarımızın varlığıyla bu dezavantajlarımızı kısmen giderebildik ve bir nebze de olsa bu ülkelerde devlet ve iş dünyamız olarak pozisyon alabildik.

Aradan neredeyse bir çeyrek asır geçtikten sonra, bu sefer kuzey komşumuz Ukrayna’da, bir ülkenin yeniden kurulduğuna tanıklık ediyoruz. 1991 yılında bağımsızlığına kavuşan Ukrayna, 2014 yılına kadar Batı ile Rusya arasında bocalayan, tercih yapmakta zorlanan, tam olarak yönünü belirleyemeyen bir ülkeydi. Ancak 2014 şubatında gerçekleşen Avrupa Meydanı Devrimi sonucunda yapılan seçimlerde ülke tarihinin en Batı yanlısı meclisi ve liderliği oluşurken, ülke tercihini bir daha geri döndürülemeyecek biçimde Batı’dan yana yaptı. Ukrayna ile AB ve Kanada arasında Serbest Ticaret Antlaşmaları imzalanırken, AB ile vizeler kaldırıldı. Avrupa Birliği’nin ABD’nin ve Batı’nın diğer birleşenlerinin Ukrayna’nın yeniden kurulma sürecini aynı çeyrek asır önce olduğu çok geniş maddi fonlarla destekleyeceğinin düşünüldüğü bir süreç yaşanıyordu. Ancak beklenen tam anlamıyla olmadı, manen ve siyaseten destek güçlü olurken, maddi destek beklenenin çok altında kaldı, zira o 90’lı yıllarla bugün arasında köprünün altından çok sular akmış, şartlar değişmiş, Batı’nın öncelikleri farklılaşmıştı.

AB kamuoyu, seçmenler Avrupa Birliği’nin hızlı genişlemesinden sonra yeni genişleme ihtimallerine bile kuşkuyla bakıyor. 2008 krizi sonrasında başta Yunanistan olmak üzere güney bloğundaki ülkelerin krizin etkisinden bir türlü çıkamaması, euro’nun ve bankacılık sektörünün kurtarılması için vergi mükelleflerinin yaptığı devasa maddi fedakarlıklar, göçmen krizi, mülteci krizi, Avrupa Birliği’ni yorgun düşürdü. Batı’da, siyasi yelpazenin sağında ve solundaki popülist partiler, II. Dünya Savaşı’ndan sonrası dönemdeki en yüksek oy oranlarına ulaşmış durumdalar. Avrupa’da değişimin değil, bu sefer popülizmin rüzgarları esiyor. Tüm bunlara, Rusya’nın kendi çıkarları gerektiğinde güç kullanmaktan çekinmeyen pozisyonlanması da eklendiğinde Ukrayna’nın tercihinin kesin olarak AB’den yana olmasına rağmen alabildiği destek, hak ettiğinin, ona verilmesi gerekenin çok gerisinde kaldı. AB, Ukrayna’da daha radikal pozisyon alma konusunda çok istekli değil. Rusya ise başka nedenlerle de olsa 90’larda olduğu gibi yine denklem dışında. Ancak bu sefer farklı bir Türkiye karşımıza çıkıyor.

Türkiye’nin kuzey komşusu, hızla kalkınma, ekonomisini toparlama ve adeta yeniden kurulma süreci yaşarken bugün başka bir Türkiye var. Türkiye, yurtdışında yıllar içinde dünyada en çok dış diplomatik temsilciliği olan 6. ülke konumuna geldi. Türk şirketleri özellikle AB ile 1996 yılında yürürlüğe giren Gümrük Birliği antlaşmasıyla rekabet güçlerini artırdılar. Bugün ihracatımızın %48’i AB ülkelerine yapılırken, kazanılan rekabet avantajı Ukrayna gibi 3. ülkelerde de bizi güçlü kılıyor. Devlette de, özel sektörde de yabancı dil bilmek, uluslararası iş yapma kültürüne ve deneyimine sahip olmak istisna olmaktan çıktı, artık çok sık rastlanan bir durum. Firmalarımızın finansmana erişimi çok daha kolay.

Ukrayna özelinde ise oldukça güçlü konumlanmış durumdayız. Ukrayna’da iki dış temsilciliğimiz, iki ticaret müşavirliğimiz bulunurken, yirmi yıldır Ukrayna’da faaliyetlerini sürdüren Türk İşbirliği ve Kalkınma Ajansı’nın(TİKA) ülkeye yaptığı kalkınma işbirliği katkısı 50 milyon $’ı buluyor. Yurtdışında Türkçe’mizi öğretmek, Türk kültürünü tanıtmak gibi amaçlarla yolan çıkan Yunus Emre Enstitüsü’nün Kiev şubesi de geçtiğimiz yıl hizmete girdi.

Türk ve Ukraynalı Havayolu şirketleri yalnız başkent Kiev’e değil, ülkenin altı farklı şehrine günde neredeyse otuz sefer düzenlerken, Türk girişimciler için Ukrayna’nın her yerini ulaşılabilir kılarak, iş insanlarımıza önemli bir rekabet avantajı getiriyorlar.

Güçlü bir işadamı derneği altyapımız mevcut. Ukrayna’da yedi ayrı şehirdeki yapılanmasıyla başkanı olduğum Türk Ukrayna İşadamları Derneği(TUİD), Ukrayna’daki tüm yabancı işadamları dernekleri arasında en geniş şube ağına sahip olanı. Amerikalı, Alman, Fransız meslektaşlarımızın bu anlamda gıpta ettiği bir kurumuz.

600’dan fazla şirketimiz, Ukrayna’ya bugüne kadar 2,5 milyar dolar‘lık yatırım yaparken, Türk sermayesi 2014 sonrası yapılan yatırımların tutarıyla ülkede en çok yatırımı olan üç ülke arasına girmiş durumda. Ancak Türk iş dünyasının gücü yalnızca Türk sermayesi ve Türk şirketlerinden gelmiyor. Ukrayna’nın en büyük bankası, 350.000 kişinin çalıştığı en büyük işvereni Ukrayna Demiryolları, Coca Cola, Reckitt Benkiser, Henkel, BASF, P&G gibi firmalar Türk yöneticiler tarafından yönetildi, yönetiliyor. Tüm bu başarılı, etkin Türk profesyoneller Türk iş dünyamızın ülkedeki konumuna güç katıyor.

Türk inşaat firmaları Ukrayna’da toplam tutarı 6 milyar $’ı geçen aralarında başkent Kiev’i dünyaya bağlayan Uluslararası Borispol Havalimanı’nın, ülkenin en modern stadının, beş yıldızlı otellerin, yüzlerce kilometre otoyolun, köprülerin, yüzbinlerce metrekare yaşam alanı ve alışveriş merkezinin bulunduğu 200’e yakın proje gerçekleştirdiler ve tüm yabancı müteahhitler arasında yapılan işin tutarı itibarıyla birinci sıradalar.

Çok değil 2011 yılına kadar iki ülke birbirlerine vize uyguluyordu. Halbuki bugün Türkiye ve Ukrayna arasında bırakın vizesiz, kimlik kartıyla seyahat mümkün. Karşılıklı seyahatlerde her yıl yeni bir rekor kırılırken, Bu yıl 1,5 milyon Ukraynalı turistin ülkemize gelmesini bekliyoruz.

Türkiye, Türk ve Türk markası algısı günden güne artıyor. Türkiye, bu dost ülkenin, stratejik partnerimizin yeniden kurulma, hızla kalkınma ve büyüme sürecinde dışarıdan bakan bir ülke değil, oyun kurucu olarak, Ukrayna’nın refaha ulaşmasında, daha güvenli ve istikrarlı bir ülke olmasında önemli katkısı olan bir ülke, bir dost olarak konumlanıyor. Biz de iş dünyası olarak gelişen bu ilişkilerden büyük fayda görüyoruz. Bu coğrafyada, 25 yıl öncesine göre çok daha güvenli, deneyimli ve güçlüyüz.

Tabii her şey günlük gülistanlık da değil, düşünün Türkiye ve Ukrayna toplam nüfusu 125 milyonu bulan iki komşu ülke ve 2014 öncesinde Ukrayna konusunda uzman bir tek Türk akademisyenimiz bile yoktu. Ancak eksiklerimizi tamamlıyor, farkı da kapatıyoruz. Bugünkü organizasyon da bunun için çok önemli. Sizler Model Birleşmiş Milletler’in katılımcıları önceki kuşaklara göre çok daha farklı imkanlara ve donanımlara sahip olarak yetişiyorsunuz. Farklı milletlerin evlatları bir araya geliyor, fikir paylaşımı yapıyor, tartışıyor, insanlığın sorunları için ortak çözüm önerileri getirebiliyorsunuz. Bu çok güzel ama sahip olunan bu imkanlar sizlerin sorumluluklarını da artırıyor.

Ülkemizin de çevremizdeki ülkelerin de daha çok refaha, huzura, barışa kavuşması ancak sürdürülebilir ticari ve ekonomik ilişkilerin oluşturulması, daha çok işbirliğinin tesisiyle mümkün işte burada sizlere çok büyük pay ve görev düşecek. Sizin burada, bu kadar genç yaşta edindiğiniz deneyimler, daha farklı pozisyonlara geldiğinizde ülkelerimizin bir zenginliği, önemli bir avantajı olarak karşımıza çıkacak.

Organizasyonun verimli, ev sahibi kurum olan İstanbul Erkek Lisesine ve siz değerli katılımcılara yakışır bir biçimde geçmesini diliyor, hepinize başarılar diliyorum.

Burak PEHLİVAN


Yayımlandı

kategorisi

, ,

yazarı: