Geçen hafta zaman zaman bu köşede gezi-gözlem yazılarına yer vereceğimi söylemiştim. Haziran ayının sonu ile Temmuz ayının başında imkanı olanlara gitmelerini önereceğim St. Petesrburg yıllardır, bu zamanlarda gittiğimi bir şehir. Özellikle şehre bu zaman diliminde gidilmesini öneririm, çünkü şehrin adıyla özdeşlemiş Beyaz Geceler’ in en iyi yaşandığı dönem bu dönem. 18-19 saati bulan gündüzün yaşandığı haziran temmuz aylarında, biraz da uykudan feragat ederek burada bir günü iki gün olarak yaşamak mümkün. Dolayısıyla bu adeta müze şehri gezemeye daha çok zaman ayrılabiliniyor. St Petersburg, iki yazıyla özetlenmez ama bunu bu hafta ve önümüzdeki hafta başarmaya çalışacağım.
Rusya’nın kültür, sanat ve bilim merkezi olan. St Petersburg genç bir şehir. 1703 yılında bizimi tarih kitaplarımızda Deli Petro, Ruslar’ ın kalbinde ise Büyük Petro diye ifade edilen Çar Petro tarafından Rusya donanmasının merkezi, ülkenin Batı’ya açılan penceresi olması için kurulumuna başlanmış. Bin bir güçlükle bugün hayranlık ile seyrettiğimiz taş binalar inşa edilmiş. Şehrin bulunduğu bölgenin zemini o kadar kötüymüş ki, binaların inşası için yüzlerce kanal inşa edilmesi, bataklıkların kurutulması, temellerin içine kazıkların çakılması gerekmiş. Şehrin yapıldığı dönemde Rusya’nın hiçbir bölgesinde taş bina yapılmasına izin verilmemiş, bu sayede bütün taş ustalarının bu şehirde toplanmasının önü açılmış. Zorunlu askerlik uygulaması ile orduya alınanlar, şehrin inşasında amele olarak çalıştırılmış. Önemli bir bölümü Ukraynalı Kazak olan bu asker işçilerin, inşaat esnasında o kadar büyük bir bölümü ölmüş ki, Ukraynalılar’ göre St. Petersburg, kazıkların değil, Kazakların kemikleri üzerinde yükselmiş. 200 yıldan fazla Rusya’nın başkentliğine yapan şehrin adı 1. Dünya Savaşı’na doğru Almanlar’ a duyulan tepkinin sonucunda Petrograd olarak değiştirilmiş. 1924 yılında Lenin’ in ölümünden üç gün sonra onun anısına, Leningrad olarak yeniden verilen ismi, Sovyetler’ in çöküşünden sonra, 1991 yılında yapılan referandum ile tekrar tarihi ismi St. Petersburg’ a dönüştürülmüş.
Neva nehrinin kıyısında yer alan kent, henüz üç yüz yıllık tarihine rağmen, tarihi bir hazine gibi. Her köşesi, her taşı tarihi bir zenginliği barındırıyor. Şehrin insanı da şehir de Rusya gibi değil. Bu bölge insanları klasik Ruslar’ a göre daha nazik, daha kültürlü, daha sanata dönük. Burada yaşayanlar dış dünyaya daha açık. Bunda 200 yıl Çarlık Rusya’sının başkentliğini yapmanın yanı sıra, özellikle haziran temmuz aylarında, beyaz geceleri ile meşhur kente turist akımının olması etken. Liman kenti olan St. Petersburg, sahip olduğu kültürel ve tarihi imkanlar ile hep nitelikli turisti kendine çekmeyi başarmış.
Şehrin Kuzey’in Venedik’i diye adlandırılması boşuna değil. Şehir, Fin Körfezi’ nin kıyısında 42 adanın yüzlerce kanal ve köprüyle birleştirilmesi ile zaman içerisinde gelişmiş. Rusya’nın diğer şehirlerinden bağımsız nefis bir taş mimarinin olduğu şehirde, Petro zamanında barok mimariye uygun bina yapımı, 1760’lardan sonra yerini neoklasik mimariye bırakmış. Kanallar boyunca birbirinden şık ve estetik yüzlerce taş bina arasında, eskinin Kışlık Sarayı günümüzde ise Louvre Müzesi ile birlikte Dünya’nın en büyük sanat müzesi olan Ermitaj Müzesi dikkat çekiyor. Bu devasa saray müzede, Dünya’nın en zengin resim koleksiyonlarını bulmak mümkün. Müzeyi hakkıyla gezebilmek için, 1 hafta bile yetmez bu yüzden gezi esnasında seçisi davranmak gerek. Ben müzeyi her ziyaret ettiğimde, belli bir bölüme konsantre olup, orayı gezmeye çalışıyorum.
Ermitaj Müzesi, Çar ve Çariçe’lerin kışlık sarayının müzeye çevrilmesi ile oluşturulmuş. Başlıca iki bölümü var. Bunlardan biri müze bölümü, diğeri ise Batı Sanatı’ nın yer aldığı galeriler bölümü. Müze’ nin ismi “inziva” anlamına gelen hermitage sözcüğünden geliyor. Çariçe II. Elizabeth ünlü tabloların sergilendiği saray içerisinde bir galeri oluşturuyor ve buraya kendi oradayken hizmetlilerin bile girmesine izin vermiyor. Yemek içecek gibi ihtiyaçları bile asansörler ile bu ihtiyaçların galeriye gönderilmesi ile sağlanıyor. Çariçe, tablolara bakarak tam bir inziva sağlıyor. Bugünkü müzenin ismi de buradan gelmekte. Tabii zaman içerisinde saraya yeni galeriler eklenmiş, tablo ve sanat eseri koleksiyonu zenginleştirilmiş. Hollanda, Felemenk(Belçika), İtalya, Fransa, İspanya gibi batı sanatında öncü ülkelerin pek çok sanatçısının eserleri kronolojik ve bölgesel olarak sarayda sergileniyor. Eserler o kadar çeşitli ve çok ki, örneğin İtalyan Eserleri Koleksiyonu, İtalya dışındaki en zengin İtalyan Koleksiyonu. Bu seyahatimde Müzede 7 saat geçirdim ama bu zaman zarfında yalnızca İtalyan Galerisi’ ni gezme şansım olabildi. Cremona, Milan, Venedik, Floransa, Umbria, Bologna, Siena gibi İtalyan Sanat Ekolleri’nin yüzlerce yıla yayılan temsilcilerinin eserlerini incelerken insan kendini kaybediyor. Bu kadar üstün sanat şaheserlerinin bir araya getirilmesi, sınıflandırılması, yüzlerce yıldır korunması ve sergilenmesi büyük bir iş olsa gerek.
Neva nehrinin diğer tarafında yüzü Ermitaj’ a dönük olan Kunstkamera mutlaka görülmesi gereken bir başka müze. Rusya’nın bu ilk müzesi, bizzat Çar Petro tarafından tasarlanmış. İlk açıldığı tarihte çok sayıda garip canlı, özürlü cenin, doğuştan bozuk bebeklerin özel bir biçimde kavanozlarda saklanarak sergilendiği Kunstkamera Müzesi’nin daha sonra büyük bölümü bir nevi etnografya ve antropoloji müzesine dönüştürülmüş. Dünya’daki çeşitli medeniyetlerin gelişimine ilişkin 2 milyondan fazla insan ve coğrafya objeleri bu müzede sergileniyor. Almanca Kunstkamera, Sanat Odası anlamına gelir. Bu müzenin isminin bu biçimde verilmesi, Çar’ın Alman(Hollanda) kültüründen ne kadar çok etkilendiğine ilişkin ciddi bir örnek. Bu iki müze dışında, Puşkin Müzesi, Donanma Müzesi, Zooloji Müzesi, Trenyolu Müzesi zamanı olanların şehirde gezebileceği 200′ den fazla müzeden ilk akla gelenler.
Bu yazıda St. Petersburg’u ve şehri şehir yapan en önemli yapılardan biri olan Ermitaj Müzesi’ni tanıtmaya çalıştım. Önümüzdeki hafta Ekim Devrimi’nin habercisi Aurora Gemisini, hepsi birbirinden şaheser kentin önemli katedrallerini, ilginç mimarisi ve konumuyla dikkat çeken St Petersburg Cami’ni, gece yarısından sonra adeta dans eder gibi açılıp kapanan köprüleri, şehrin dışında yer alan ve mutlaka gidilmesi gereken Peterhof ve Tsarskoe Tselo’yu anlatacağım. Yalnızca 300 senelik tarihi olan bir şehre bu kadar çok tarihsel yapıyı armağan etmek yalnızca büyük uluslara nasip olabilecek bir şey. Rusya büyük bir devlet ve Ruslar büyük bir millet.
Burak PEHLİVAN
|